top of page

Beyaz Perdedeki Yaralarımız: Travma ve Sinema



Sinema… Bizi bambaşka dünyalara götüren, güldüren, ağlatan, düşündüren büyülü bir sanat. Peki ya bizi en derin korkularımızla, en gizli yaralarımızla yüzleştiren filmler? Evet, travma ve sinema ilişkisi, beyaz perdenin en sarsıcı ve bir o kadar da iyileştirici olabilen yüzlerinden biri. Bu yazıda, sinemanın travmayı nasıl işlediğini, hangi temaları öne çıkardığını ve unutulmaz örneklerle bu zorlu konuyu nasıl anlattığını keşfe çıkacağız.


Travma Nedir? Perdeye Nasıl Yansır?


Travma, en basit tanımıyla, kişinin fiziksel veya ruhsal bütünlüğünü tehdit eden, dehşet, çaresizlik veya yoğun korku yaratan olaylar karşısında verdiği bir tepkidir. Kayıplar, kazalar, doğal afetler, savaşlar, istismar, şiddet gibi pek çok deneyim travmatik olabilir. Bireyin dünyayı algılayışını, kendine ve başkalarına olan güvenini derinden sarsabilir.


Sinema ise bu sarsıntıyı çeşitli yollarla ele alır. Bazen travmanın hemen sonrasındaki şok ve kaos halini gösterir, bazen yıllar sonra bile devam eden etkilerini, bazen de travmayla başa çıkma ve iyileşme mücadelesini… Yönetmenler, karakterlerin iç dünyalarını, parçalanmış anılarını, kâbuslarını veya tam tersi duygusal uyuşukluklarını görsel ve işitsel bir dille anlatarak izleyiciyi travmanın gerçekliğiyle buluşturur.


Unutulmaz Filmlerden Travma Örnekleri

Sinema tarihi, travmayı farklı açılardan ele alan sayısız başyapıtla dolu. Gelin, hem dünya hem de Türk sinemasından bazı çarpıcı örneklere göz atalım:


1. Savaşın ve Toplumsal Olayların Açtığı Yaralar:


Savaşın bireyler ve toplumlar üzerindeki yıkıcı etkisi, sinemanın sıkça başvurduğu bir travma kaynağıdır.



Ateşböceklerinin Mezarı (Grave of the Fireflies, 1988): Bu sarsıcı anime, savaşın masum çocuklar üzerindeki acımasız etkisini, açlık, kayıp ve çaresizlik üzerinden anlatır.






Press (2010): Türkiye'nin yakın tarihinde yaşanan zorlu dönemlerde, Güneydoğu'da görev yapan gazetecilerin yaşadıkları baskıyı, tehlikeleri ve tanıklık ettikleri travmatik olayları gerçekçi bir dille aktarır. Film, gerçeği aramanın ve ifade etmenin bedelini gösterirken toplumsal travmanın basın üzerindeki etkisine de ışık tutar.



Piyanist (The Pianist, 2002): İkinci Dünya Savaşı sırasında Varşova Gettosu'nda hayatta kalma mücadelesi veren bir piyanistin gerçek hikayesi, savaş travmasının ve soykırımın dehşetini tüm çıplaklığıyla gözler önüne serer.










Babam ve Oğlum (2005): Türk sinemasının unutulmazlarından olan bu film, 12 Eylül darbesinin bir aile üzerindeki dolaylı ama derin travmatik izlerini, kuşaklararası çatışma ve söylenmemiş acılar üzerinden dokunaklı bir dille işler. Film, bireysel hikayeler üzerinden toplumsal bir travmanın yansımalarını sunar.



2. Kişisel ve Ailevi Travmalar:


Kişisel kayıplar, aile içi şiddet, istismar gibi deneyimler de sinemada güçlü bir şekilde temsil edilir.




Kelebekler (2018): Yıllar sonra babalarının çağrısıyla köylerinde bir araya gelen üç kardeşin, geçmişlerindeki travmalarla, özellikle de annelerinin kaybıyla ve babalarıyla olan karmaşık ilişkileriyle yüzleşmesini trajikomik bir dille ele alır. Film, aile içi dinamiklerin ve ortak yasın travmatik boyutlarını inceler.



Anayurdu (2015): Şehirden kaçıp anneannesinden kalan köy evine sığınan ve burada yazmaya çalışan Nesrin'in, beklenmedik bir şekilde çıkagelen annesiyle olan gerilimli ilişkisi üzerinden aile içi çatışmaları, geçmişin hayaletlerini ve kişisel sıkışmışlıkları travmatik bir atmosferde ele alır.

Manchester by the Sea (Yaşamın Kıyısında, 2016): Geçmişte yaşadığı büyük bir trajedinin ardından derin bir yas ve suçluluk duygusuyla boğuşan bir adamın hikayesi, travmanın uzun süreli etkilerini ve iyileşmenin zorluğunu çarpıcı bir şekilde anlatır.








Mustang (2015): Karadeniz'in bir köyünde, beş kız kardeşin erken yaşta maruz kaldıkları toplumsal baskı, özgürlüklerinin kısıtlanması ve ataerkil düzenin yarattığı travmalar dokunaklı bir şekilde işlenir. Film, genç kadınların ergenlik, cinsellik ve birey olma mücadelelerini travmatik bir çerçevede sunar.






3. Psikolojik Travma ve Varoluşsal Krizler:


Travma, bazen daha soyut, varoluşsal krizler veya ağır psikolojik rahatsızlıklar şeklinde de karşımıza çıkar.




Sen Aydınlatırsın Geceyi (2013): Onur Ünlü'nün fantastik öğelerle bezediği bu film, küçük bir kasabada yaşayan ve kendilerine has tuhaflıkları, görünmez güçleri olan karakterler üzerinden, insanın varoluşsal sıkıntılarını, kayıplarını ve bu durumlarla başa çıkma çabalarını melankolik ve absürt bir dille anlatır. Karakterlerin yaşadığı acılar ve travmalar, filmin kendine özgü atmosferinde derin bir yer bulur.


Aftersun (Güneş Sonrası, 2022): Genç bir babanın kızıyla Türkiye'de yaptığı tatilin yıllar sonraki anımsanışı üzerinden, görünürde sakin ama derinde yatan melankoli, ifade edilemeyen duygular ve potansiyel bir psikolojik çöküşün izleri hassas bir sinematografiyle aktarılır. Travma, burada doğrudan gösterilmese de karakterlerin davranışları ve atmosfer üzerinden sezdirilir.
Siyah Kuğu (Black Swan, 2010): Mükemmeliyetçilik baskısı altındaki bir balerinin, zihninin derinliklerindeki karanlıkla ve sanrılarla mücadelesi, psikolojik travmanın ve kimlik parçalanmasının ürkütücü bir portresini çizer.







Sinemanın Travmayı Anlamadaki ve Aşmadaki Rolü


Peki, travma gibi ağır bir konuyu işleyen filmleri izlemek bize ne katar? Öncelikle sinema, travmayı yaşayan karakterlerle empati kurmamızı sağlayarak, bu zorlu deneyimlere dair bir anlayış geliştirmemize yardımcı olabilir. Başkalarının hikayeleri üzerinden kendi duygularımızı, korkularımızı ve belki de kendi yaralarımızı fark edebiliriz.


Bazı uzmanlar, sinemanın terapötik bir işlevi olabileceğini de belirtiyor. "Sinematerapi" olarak adlandırılan bu yaklaşımda, filmler, danışanların kendi travmalarını anlamlandırmalarına, duygularını ifade etmelerine ve iyileşme süreçlerine katkıda bulunabiliyor. Elbette hiçbir film tek başına terapi yerine geçemez ancak doğru bir rehberlikle güçlü bir araç olabilir.


Ancak travmanın sinemada temsili, etik sorumlulukları da beraberinde getirir. Travmayı sansasyonelleştirmekten, basite indirgemekten veya yanlış temsil etmekten kaçınmak büyük önem taşır. İzleyiciyi yeniden travmatize etme riskine karşı duyarlı olmak gerekir.



Son Söz


Sinema, hayatın her rengini olduğu gibi en karanlık gölgelerini de beyaz perdeye yansıtmaktan çekinmiyor. Travma ve onunla şekillenen hayatlar, sinemanın güçlü anlatım diliyle buluştuğunda, hem sarsıcı hem de dönüştürücü deneyimler sunabiliyor. Bu filmler bize, insan ruhunun kırılganlığını ve aynı zamanda inanılmaz bir dayanıklılığa sahip olduğunu hatırlatıyor. Belki de en önemlisi, yalnız olmadığımızı fısıldıyorlar; acılar evrensel olmasa da, acıyla başa çıkma ve umudu yeşertme çabası hepimizin ortak paydası…

 

Σχόλια

Βαθμολογήθηκε με 0 από 5 αστέρια.
Δεν υπάρχουν ακόμη βαθμολογίες

Προσθέστε μια βαθμολογία
  • Instagram
  • Youtube
  • Facebook
bottom of page