Kitap İncelemesi : Travma ve Bedensellik
- Sonsuz Travma
- 5 gün önce
- 5 dakikada okunur
Trauma Und Leiblichkeit
Yazar : Ilona Vera Szlezák
Yayın Yılı : 2024
Kitap kapsamında travmanın bedenle ilşkisi üzerine hazırlanmış podcaste aşağıdan ulaşabilirsiniz.
Genel Bakış:
Kitap, travma deneyiminin bedenle ilişkisini, bunun fenomenolojik bir yaklaşımla nasıl ele alınabileceğini ve travmanın öznel deneyim, bellek, dissosiyasyon ve sosyal ilişkiler üzerindeki etkilerini incelemektedir. Yazar, travma deneyiminin dile getirilemezliği, beden şeması üzerindeki etkisi ve sosyal ayrımcılık gibi travmatogenik yaşam koşullarıyla olan bağlantısını derinlemesine ele almaktadır.
Ana Temalar:
Leib (Yaşanan Beden) ve Körper (Fiziksel Beden) Arasındaki Ayrım ve Travma:
Metin, "Leib" (yaşanan beden) ve "Körper" (fiziksel beden) arasındaki fenomenolojik ayrımı vurgular. Körper, üçüncü kişi perspektifinden algılanan nesnel bedeni (tıpta olduğu gibi) ifade ederken, Leib, öznel olarak hissedilen, algılanan ve deneyimlenen bedeni, yani birinci kişi perspektifini temsil eder. Leib, fiziksel bedenin sınırlarının ötesine geçebilen (hayalet uzuv, dissosiyasyon gibi) kendine özgü bir dinamiğe ve mekansallığa sahiptir. Leibsel deneyim, duyusal algıdan farklı bir algı yeteneğini ifade eder.
Travma, özellikle leibsel deneyimi ve beden şemasını temelden etkiler.
Travma Deneyiminin Dile Getirilemezliği (Unsagbarkeit):
Travma deneyimlerinin, özellikle de aşırı deneyimlerin, ifade edilmesi veya dile getirilmesinin zorluğu veya imkansızlığı (Unsagbarkeit) önemli bir tema olarak ele alınır. Bu, genel bir dil şüpheciliğinden ziyade, travmatize olmuş bir öznenin deneyiminin bir ifadesidir. Hiroko Tekenishi'nin atom bombası sonrası "Hangi kelimeleri kullanabiliriz ve ne amaçla? Hatta: Kelimeler nedir?" sorusu bu dile getirilemezliği örnekler.
Bu dile getirilemezliğin, travmanın bedenselliği ve sosyal bir fenomen olarak unsagbarkeit ile ilişkili olduğu belirtilir.
Temel Kendilik ve Dünya Güveninin Sarsılması (Shattered Assumptions):
Travmatik deneyimlerin, temel kendilik ve dünya güvenini ("Beheimatung in der Welt" - Dünyaya Yerleşme) derinden sarstığı vurgulanır. Martin Heidegger'in "rahatlamış-tanıdık Dünyada-Olma" kavramı ve Ronnie Janoff-Bulman'ın "Shattered Assumptions" (Parçalanmış Varsayımlar) teorisi bu tema bağlamında incelenir.
Janoff-Bulman'ın teorisine göre, insanlar gelişimsel olarak dünya, diğer insanlar ve kendileri hakkında üç temel örtük varsayım geliştirirler: "Dünya iyidir (benevolent), dünya anlamlıdır, kendilik değerlidir." Bu varsayımlar, dünyanın genel olarak iyi bir yer olduğuna, olayların iyiye meyilli olduğuna ve kişinin kendisinin değerli olduğuna dair inançları içerir.
Travma, bu temel varsayımları yıkarak derin bir güvensizlik ve kırılganlık hissine yol açar. Bu varsayımlar genellikle ancak sarsıldıklarında görünür hale gelirler. Kitap, travma sonrası bu varsayımların parçalanmasının özne üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu inceler. Alıntılarda, "Kimin 'dikkatli davrandığı' ve kurban gibi 'dikkatsiz, saf, şaşkın, düşüncesiz ya da hatta ‘mazoşist’ olmadığı' tehdit altında hissetmesine gerek yoktur" gibi ifadeler, kurban suçlaması ve bu temel varsayımların korunma çabası olarak yorumlanabilir.
Beden Şeması ve Travma:
Beden şeması (Körperschema), Merleau-Ponty'nin kavramlaştırdığı gibi, öznenin alışkanlığa dayalı, bilinçsizce Dünyada-Olma halini ifade eder. Bu, uzuvların konumuna dair anlık hissi ve entegre bir bütün olarak deneyimlenen hareket olanaklarını içerir. Beden şeması, durumlara karşı leibsel yönelimi ve tepkileri şekillendirir.
Travma, beden şemasının altını oyar. Merleau-Ponty'nin hayalet uzuv örneği, travmanın beden şeması üzerindeki etkisini anlamak için bir heuristik olarak kullanılır. Hayalet uzuv durumunda, işlenebilir nesneler artık fiziksel olarak var olmayan bir ele yönelir, bu da bedenin bir bölgesinde sessizlik yaratır. Beden şeması, alışkanlığa dayalı (habitueller Leib) ve anlık (aktueller Leib) olarak ayrılır; travma bu çift yapıyı bozar.
Hermann Schmitz'in motorik (kendine referanslı hareket sistemi) ve perzeptif (duyusal algıyla ilişkilendirilen yerleşik beden) beden şeması ayrımı, travmanın leibsel deneyim üzerindeki etkilerini daha derinlemesine incelemek için kullanılır. Travmada, bu iki beden şeması arasındaki uyum bozulabilir.
Travma ve Dissosiyasyon (Ayrışma):
Dissosiyasyon, travma deneyiminde önemli bir rol oynar. Metin, dissosiyasyonu, motorik ve perzeptif beden şemalarının ayrılması ("Das Auseinandertreten von motorischem und perzeptivem Körperschema") ve deneyim ile bilincin ayrılması ("Das Auseinandertreten von Erleben und Bewusstsein") olarak ele alır.
Dissosiyasyon, travmatize olmuş öznenin aşırı bedensel daralmadan kaçmaya çalıştığı bir "pseudo-weitung" (sözde genişleme) yaratabilir. Bu durumda özne, olayları dışarıdan bir gözlemci gibi, üçüncü kişi perspektifinden deneyimleyebilir. Leibsel hissetme donmuş veya erişilemez hale gelebilir.
Dissosiyasyon, leibsel etkilenme (leibliches Betroffensein) ve affektif-duygusal etkilenme (affektiv-emotionales Betroffensein) ile ilişkili olarak incelenir. Schmitz'in atmosfer teorisi, dissosiyasyonda "hissetmeden algılama" fenomenini anlamak için kullanılır.
Primo Levi'nin toplama kampı deneyimiyle ilgili alıntısı ("Eğer şimdi eski duyarlılığım olsaydı, bu son derece heyecan verici bir an olurdu."), dissosiyatif bir durumu, yani hissetme yeteneğinin soyut, "koşullu" bir kapasiteye dönüşmesini örnekler. Duygusal tepkinin "uyanıklık" gibi belirsiz bir terimle tanımlanması da dissosiyasyonun bir işareti olarak yorumlanır.
Travma ve Kendilik (Personsein):
Travma, kişisel kimliği ve "kişi olmayı" (Personsein) derinden etkiler. Metin, dissosiyasyonun kısmi kişisel özgürleşme (partielle personale Emanzipation) olarak işlev görebileceğini, ancak aynı zamanda geçmişin şimdiki zamanla karışmasına, tekrarlara, geri dönüşlere ve yeniden travmatizasyona yol açabileceğini tartışır.
Travma, "çift varoluşa" (doppelte Existenz) ve "kendilik bölünmesine" (Selbstaufspaltung) neden olabilir. Jean Améry ve Primo Levi'nin tanıklıkları bu fenomenleri örnekler. Delbo'nun Auschwitz deneyimiyle ilgili "bu ben değilim" ifadesi, bir kendini yabancılaşma veya bölünme sürecini gösterir.
W.E.B. Du Bois'nin "çift bilinç" (double consciousness) kavramı, travmanın sadece bireysel bir olaydan kaynaklanmadığını, aynı zamanda yapısal sosyal ayrımcılık (ırkçılık gibi) tarafından da şekillendirilebileceğini göstermek için kullanılır. Irkçılık gibi ayrımcılık, ayrımcılığa uğrayan kişide bir "çift bilinç" ve "kendilik bölünmesi" yaratır; kişi hem ayrımcılığın gerçekliğini deneyimler hem de bu deneyimden kaçmak ister.
Travma sonrası "kendilik kaybı" (Selbstverlust), "dünya kaybı" (Weltverlust) ve "gelecek kaybı" (Zukunftsverlust) sosyal fenomenler olarak ele alınır. Bu kayıplar, temel kendilik ve dünya güveninin sarsılmasından kaynaklanır ve kişinin kendini anlama ve geleceğe doğru kendini tasarlama yeteneğini etkiler.
Travma ve Sosyal Yaşam Koşulları:
Kitap, travmayı sadece tekil travmatik olaylarla sınırlı görmez, aynı zamanda tekrarlayan travmatizasyon ve travmatogenik yaşam koşullarıyla da ilişkilendirir.
Sosyal ayrımcılık (ırkçılık, cinsiyetçilik gibi) önemli bir travmatogenik yaşam koşulu olarak vurgulanır. Ayrımcılık, travmayı günlük deneyimin bir boyutu haline getirebilir.
Hermann Schmitz'in "durum" (Situation) kavramı, sosyal ayrımcılığın leibsel fenomenolojik olarak nasıl anlaşılacağını açıklamak için kullanılır. Durumlar, birbirine bağlı ve iç içe geçmiş bir ağ oluşturur ve bireylerin kişisel durumlarını şekillendirir. Ayrımcılık gibi "implantierende Situationen" (implant edici durumlar), bireylerin içine doğdukları ve kaçmanın zor olduğu sosyal normları ve beklentileri içerir.
Durumlar, "atmosferler" (Atmosphären) yaratır. Ayrımcılık, ağırlık, belirsizlik, değersizlik, saygısızlık, hakimiyet, baskı ve şiddet atmosferi yaratır. Bu atmosferler, ayrımcılığa uğrayan kişinin leibsel dinamiklerini ve bedensel şemasını daraltır.
Ayrımcı bakış (diskriminierende Blick), ayrımcılığın temel leibsel-iletişimsel birimi olarak analiz edilir. Schmitz'in "Einleibung" (birleşme) kavramı kullanılarak, ayrımcı bakışın hegemonik, tek taraflı bir birleşme biçimi olduğu, ayrımcılığa uğrayan kişinin bedensel dinamiklerine müdahale ettiği ve onu nesneleştirmeye çalıştığı gösterilir. Bu bakış, özellikle ırkçılıkta beyaz bakış ve cinsiyetçilikte nesneleştirici bakış olarak tezahür eder. Fanon'un "Üçüncü kişi görünümü altında vücudumun bilgisi" ifadesi, bu nesneleştirmenin bir sonucu olarak dissosiyatif bir deneyimi yansıtır.
Gündelik ayrımcılık, fiziksel sınırlamalardan (kadınların bedensel hareketlerinin kısıtlanması gibi), rahatsız edici dokunuşlara, sözlü tacizlere, işe alımda ayrımcılığa ve yasal eşitsizliklere kadar uzanır. Bunların hepsi, kadınların ikinci sınıf, kolayca nesneleştirilebilen özneler olarak deneyimlendiği ve öznelliklerinin sürekli tehdit altında olduğu "misojen bir sürekliliğin" parçasıdır.
Internalize edilmiş ırkçılık ve misojini, ayrımcılığın bir başka sonucudur; ayrımcılığa uğrayanlar, ayrımcı normları kendi kendilerine ve diğer mağdurlara uygularlar.
Önemli Noktalar:
Travma deneyimi, yalnızca zihinsel değil, aynı zamanda derinlemesine leibsel (bedensel) bir fenomendir ve bu leibsel etkiler, travma deneyiminin dile getirilemezliği ve ifade zorluğuyla doğrudan ilişkilidir.
Temel kendilik ve dünya güveni, travma tarafından derinden sarsılır ve bu sarsılma, kişinin varoluşsal temellerini etkiler.
Beden şeması, travma tarafından yeniden yapılandırılır veya bozulur, bu da kişinin kendi bedeniyle ve dünyayla olan temel, bilinçsiz bağını değiştirir.
Dissosiyasyon, travma deneyiminin merkezi bir özelliğidir; kişinin deneyimden kopmasını sağlayarak hayatta kalmasına yardımcı olabilir, ancak aynı zamanda bir kendini yabancılaşma ve bölünme hali yaratır.
Travma sonrası kendilik kaybı, dünya kaybı ve gelecek kaybı, sadece bireysel psikolojik durumlar değil, aynı zamanda temel varoluşsal yapıların (kendini anlama ve kendini geleceğe tasarlama gibi) travmatik olaylar ve travmatogenik yaşam koşulları tarafından altının oyulmasının bir sonucudur.
Yapısal sosyal ayrımcılık (ırkçılık, cinsiyetçilik gibi), tekrarlayan ve travmatogenik bir yaşam koşulu olarak travma deneyimini derinleştirir ve günlük deneyimin bir parçası haline getirir.
Ayrımcı bakış gibi leibsel-iletişimsel pratikler ve ayrımcılığın yarattığı atmosferler, ayrımcılığa uğrayan kişilerin bedensel dinamiklerini etkileyerek onları daraltır ve nesneleştirir.
Comments