Kitap İncelemesi : Çağdaş Edebiyat ve Kültürde Travma ve Annelik
- Sonsuz Travma

- 11 Tem
- 6 dakikada okunur
Trauma and Motherhood in Contemporary Literature and Culture
Editörler: Laura Lazzari, Nathalie Ségeral
Yayın Yılı : 2021
Kitap kapsamında travma ve annelik kavramlarının çağdaş edebiyat ve kültürdeki yaklaşımlarını konu alan podcaste aşağıdan ulaşabilirsiniz.
Annelik Çalışmaları ve Travma Teorisi Kesişimi
"Trauma and Motherhood in Contemporary Literature and Culture" başlıklı kitap, 21. yüzyılda annelik çalışmalarını travma teorisi merceğinden yeniden konumlandırıyor. Editörler Laura Lazzari ve Nathalie Ségeral, çağdaş edebi, sinematik ve tiyatral bağlamda gebelik, doğum ve doğum sonrası deneyimlerini çevreleyen yeni zorlukları inceliyor. Bu çalışma, "annelik"in geleneksel tanımının sürekli olarak nasıl yeniden tanımlandığını ve sorgulandığını ortaya koymaktadır. Kitabın ortaya çıkışı, 2019'da Amerika Katolik Üniversitesi'nde düzenlenen "Trauma ve İyileşme: Çağdaş Edebiyat ve Kültürde Anneliğe Yeni Zorluklar" başlıklı sempozyum ve "Yeni Binyıl Edebiyatında Anneliğin Yeni Temsilleri" konulu iki disiplinlerarası yuvarlak masa toplantısından ilham almıştır.
Bu kitap, annelik deneyiminin genellikle kadınlar için doğal ve olaysız bir "kader" olarak kabul edilmesini sorgulamaktadır. Son yıllarda birçok akademisyen, yazar ve sanatçı bu yaygın algıları sorgulamaya çalışmıştır. Özellikle travmatik veya geleneksel olmayan annelik deneyimlerinin sesleri yeni yeni duyulmaya başlanmıştır. Lazzari ve Ségeral, "Travma çalışmaları son 25 yıldır hızla gelişse de, annelik ve travmanın kesişimine şaşırtıcı derecede az eleştirel ilgi gösterilmiştir. Bu cilt, bu boşluğu kapatmayı ve marjinalleşmiş – hatta tamamen susturulmuş – anne anlatılarını ön plana çıkarmayı amaçlamaktadır."
2. Ana Temalar ve Temel Kavramlar
Kitap, annelik ve travma ilişkisini çok yönlü bir şekilde ele almakta olup, aşağıdaki ana temaları ve bunların alt başlıklarını incelemektedir:
2.1. Hamilelik, Doğum ve Travma
Yaygın Hamilelik Reddi (Pervasive Pregnancy Denial): Julie Anne Rodgers'ın "L’enfant que je n’attendais pas" filmi üzerine yaptığı çalışma, hamilelik reddinin karmaşık ve tabu bir yönünü ele almaktadır. Hamilelik reddi, kadının hamileliğinin birkaç ay veya doğuma kadar farkında olmaması durumunu ifade eder. Rodgers, bu durumu sadece yeni anneyi değil, aynı zamanda yakın aileyi ve yenidoğanı da etkileyen bir travma olarak inceler. Toplumun, bu olguyu "saklayan" kadını dışlaması ve kriminalleştirmesi, travmanın boyutunu artırır. Film, bu nadiren tartışılan fenomenin tıbbi ve hukuki kurumlarda daha iyi anlaşılması gerekliliğini vurgulamaktadır. Rodgers, "inkar" teriminin yanıltıcı olduğunu, zira bu kadınların hamileliklerinin bilişsel farkındalığından yoksun olduklarını ve bunun kasıtlı bir ret anlamına gelmediğini belirtir.
Üreme Adaleti ve Kurumsal Travma: Mary Catherine Foltz'un Jesmyn Ward'ın "Salvage the Bones" adlı romanı üzerine yaptığı analiz, üreme haklarına, kapsamlı cinsel eğitime ve anne sağlığı hizmetlerine yönelik saldırıların neden olduğu travmayı, özellikle siyahi anneler ve çocukları üzerindeki etkileri üzerinden incelemektedir. Roman, kurumsal ihmalin yol açtığı fiziksel ve duygusal travmaları, siyahi kadınların ABD'deki yüksek anne ölüm oranları ve anneliklerinin değersizleştirilmesi bağlamında ele almaktadır. Foltz, "Ward, kurumsal ihmalin siyahi anneler ve çocukları için nasıl travma ürettiğini göstermenin yanı sıra, siyahi annelerin bu tür ihmallerin etkileri hakkındaki bilgilerinin ve bunlarla başa çıkma stratejilerinin siyasi platformlarda ön plana çıkarılması gerektiğini de vurgulamaktadır." Mississippi'deki kürtaj kısıtlamaları, cinsel eğitim eksikliği ve doğal afetlerdeki devlet desteği eksikliği, siyahi kadınların üreme adaletine erişimini engellemektedir.
Taşıyıcı Annelik ve Anti-Maternal Beden: Holly Runde'nin "Diane a les épaules" (Diane'in Omuzları Var) filmi incelemesi, taşıyıcı anneliği ve gebeliğin "doğal" annelikle ilişkisini sorgulamaktadır. Fransız hukuk ve kültürü taşıyıcı anneliği "bedenin elden çıkarılamazlığı" ilkesine aykırı bulurken, film taşıyıcı annenin hamileliğe duygusal olarak tarafsız kalışını ve bu durumun çevresindekiler tarafından nasıl "anlaşılmaz" bulunduğunu göstermektedir. Runde, "Filmin, Diane'ın gebeliğe karşı hissizliğini geçerli ve inandırıcı bir şekilde sunmasıyla, izleyici taşıyıcı ile anne arasındaki temel kimlik farkını tanımaya yöneltilir." Taşıyıcı annenin asıl travmasının, çevresindekilerin onun hamilelik hakkındaki duygularını dikte etmeye çalışmasından kaynaklanan ajans kaybı olduğu savunulmaktadır.
2.2. Travma ve Kesintiye Uğramış Anne-Çocuk Bağları
Parmaklıklar Arkasında Annelik: Giulia Po DeLisle'in Rossella Schillaci'nin "Ninna nanna prigioniera" adlı belgeseli üzerine yaptığı çalışma, hapishanedeki anneliğin marjinalleşmiş konusunu ele almaktadır. Belgesel, bebeklerini ve küçük çocuklarını parmaklıklar ardında tutmayı seçen annelerin deneyimini ve bu kararın hem anne hem de çocuk üzerindeki travmatik etkilerini sorgulamaktadır. DeLisle, "Toplumun anneleri seçimleri ve davranışları nedeniyle kolayca etiketlediği bir durumda, çocuğunu hapishanede tutmaya karar veren bir kadın 'iyi' mi yoksa 'kötü' bir anne midir?" sorusunu sorar. Belgesel, çocukların gelişiminin hapishane ortamında kısıtlandığını ve annelerin bu durumun farkına varmasının yeni bir travmaya yol açtığını göstermektedir.
Madonna-Oğul Klişesi ve Travma Temsili: Maya Aghasi'nin Philippe Aractingi'nin "Under the Bombs" ve Nadine Labaki'nin "Capernaum" filmlerini incelemesi, savaş ve göç bağlamında annelik ve travmayı ele almaktadır. Aghasi, bu filmlerin "masumların acısını söylemek" ve "sesi olmayanlara ses olmak" iddiasında bulunurken, "kadınlar ve çocuklar" söylemini ve Madonna-oğul klişesini kullanarak aslında kadınları mağdur ettiğini ve ataerkil hiyerarşileri yeniden pekiştirdiğini savunmaktadır. Filmlerin uluslararası ödüllerle taltif edilmesi, bu ataerkil dilin meşrulaştırılmasına katkıda bulunmaktadır. Aghasi, "Bu durum, özellikle konuşulmayanların sesi olmak, 'kadınlar ve çocuklar' olarak tanımlanan 'masumlar' için konuşmak, ataerkil anne-oğul ilişkileri paradigması aracılığıyla dile getirildiğinde sorunlu hale gelir."
Travmatik Bellek ve Anlatısal İyileşme (Çin Diasporik Kadın Yazarlar): Fang Tang'ın çağdaş diasporik Çinli İngiliz kadın yazarların eserleri üzerine yaptığı çalışma, (anne olmama) travmatik deneyimlerinin edebi temsillerini ve anlatısal iyileşme potansiyelini incelemektedir. Çin'in tarihsel travmaları (kıtlık, tek çocuk politikası, kadın bebek cinayetleri), annelerin ve kız çocuklarının yaşamlarını derinden etkilemiştir. Hong Ying ve Xinran gibi yazarlar, kişisel ve kolektif acıları dile getirerek bu travmaları işleme ve iyileşme yollarını araştırmaktadır. Tang, "Bu anlatılar, yazarların/anlatıcıların kendilerini hem hikaye anlatıcısı hem de dinleyici olarak konumlandırdığı, Çin'in kültürel travmatik anılarını ve kolektif trajedilerini örneklendirmektedir."
2.3. Üreme Teknolojileri (ART) ile Yeni Zorluklar
Tragedya, İn Vitro: Üreme Biliminin İşlevi: Bryan Betancur'un Simon Stone'un "Yerma" uyarlaması üzerine yaptığı çalışma, IVF (in vitro fertilizasyon) ve diğer üreme teknolojilerinin insani olmayan yönlerini ve bilimin sınırlarını incelemektedir. Lorca'nın orijinal oyununun mistik, kırsal ortamının aksine, Stone'un uyarlaması modern bilimi ve ataerkil toplumsal baskıları bir araya getirerek annelik arzusunun trajik sonuçlarını vurgulamaktadır. Betancur, "Stone'un, ampirizmi trajedinin ruhuna aykırı olarak görmekten ziyade, bilimi çağdaş toplumda anlaşılmazın varlığını doğrulayan bir araç olarak benimsemesiyle oyununa kaçınılmaz, açıklanamaz bir felaket havası katmaktadır." Kahramanın intiharı, anneliğin algılanışının ve toplumsal beklentilerin yarattığı derin travmayı gözler önüne sermektedir.
"Bir girişimim var": Ulusötesi Taşıyıcı Annelik, Neoliberal Üreme Girişimciliği ve Klinik Emeğin Potansiyel Travması: Sarah Fisher Davis'in Zippi Brand Frank'ın "Google Baby" belgeseli üzerine yaptığı çalışma, taşıyıcı anneliği ve bedenlerin metalaşmasını neoliberal girişimcilik merceğinden incelemektedir. Belgesel, küresel bebek üretim makinesinde Hintli taşıyıcı annelerin (çoğunlukla düşük gelirli ve siyahi kadınlar) maruz kaldığı fiziksel ve duygusal travmaları gözler önüne sermektedir. Davis, "Kroløkke ve Pant'ın 'reproprenör' kavramını kullanarak, özellikle kadınların, üreme hizmetleri aracılığıyla 'pasif' veya üretken olmayan ekonomik öznelerden 'aktif', kârlı işçilere nasıl dönüştüğünü inceliyor." Belgesel, bu 'girişimciliğin' ardındaki eşitsizlikleri ve sömürüyü vurgulamaktadır.
Yapay Kadınlar İçin Travma Yok: Günümüz Latin Amerika Bilim Kurgusunda Canavar, Sibernetik ve Anormal Anneler: María José Gutiérrez'in Latin Amerika bilim kurgusundaki yapay kadın ve anne tasvirleri üzerine yaptığı çalışma, bu klişenin toplumsal cinsiyet rollerini ve anneliği sorgulamak için nasıl kullanıldığını incelemektedir. Gutiérrez, Mabel Moraña'nın "canavar" kategorisi ve Donna Haraway'in "Siborg Manifestosu"ndan yola çıkarak, siborg-canavarın kadınları güçlendiren ve tarihsel olarak onlara atfedilen roller (çocuk doğurma ve annelik) sorgulayan bir metafor olarak yeniden tanımlandığını savunmaktadır. Bilim kurgu, anneliğin neden olduğu travmadan kurtuluş için bir yol sunabilmektedir. Gutiérrez, "Yapay kadın ve anne klişesi, kadınları ataerkil düzenin baskısından kurtarırken aynı zamanda toplumsal cinsiyet rollerini ve anneliği yeniden değerlendirmektedir."
3. Genel Temalar ve Bağlayıcı Fikirler
Yukarıda özetlenen bölümler, "Travma ve Anneliğin Çağdaş Edebiyat ve Kültürdeki Yeri" başlıklı kitabının temelini oluşturan birkaç merkezi temayı ve fikri vurgulamaktadır:
Anneliğin Toplumsal İnşası ve Zorlukları: Kaynaklar, anneliğin "doğal" veya "evrensel" bir kader olmaktan ziyade, biyoteknoloji, sosyal ve aile yapısındaki değişimler, hukuk, siyaset ve din gibi faktörler tarafından sürekli olarak yeniden tanımlanan ve zorlanan bir kavram olduğunu göstermektedir. Hamilelik reddi, taşıyıcı annelik ve hapishanedeki annelik gibi deneyimler, geleneksel annelik kalıplarından sapan ve genellikle marjinalleşen veya susturulan anlatıları temsil etmektedir.
Travma ve İyileşme: Kitap, annelik deneyimleriyle bağlantılı olarak ortaya çıkan travmaları (fiziksel, psikolojik, toplumsal, kurumsal) ve bu travmalarla başa çıkma ve iyileşme stratejilerini (anlatısal iyileşme, destek grupları, yasal mücadeleler) incelemektedir. Judith Herman ve Cathy Caruth'un travma teorileri, bu analizlere çerçeve sağlamaktadır. Özellikle, travmanın "dile getirilemezliği" kavramı sorgulanmakta ve anlatmanın iyileştirici gücü vurgulanmaktadır.
Cinsiyet, Irk ve Sınıf Kesişimi: Kitap, annelik deneyimlerinin ve travmalarının cinsiyet, ırk ve sınıf gibi kesişimsel faktörlerden nasıl etkilendiğini derinlemesine incelemektedir. Siyahi kadınların üreme adaleti mücadelesi, Hintli taşıyıcı annelerin sömürüsü ve Çinli diasporik kadınların kültürel travmaları, bu kesişimlerin annelik üzerindeki karmaşık etkilerini ortaya koymaktadır. Neoliberal politikalar ve ataerkil yapılar, bu eşitsizlikleri derinleştirmekte ve belirli grupların travmaya daha yatkın olmasına neden olmaktadır.
Kurumsal Etki ve Sorumluluk: Hukuki sistemler, tıbbi kurumlar, eğitim politikaları ve devlet destek mekanizmalarının, annelik deneyimlerini ve potansiyel travmaları nasıl şekillendirdiği vurgulanmaktadır. Mississippi'deki üreme hakları kısıtlamaları, İtalyan hapishane sistemindeki annelik uygulamaları ve ulusötesi taşıyıcı annelikteki düzenlemeler, devlet ve kurumların kadınların üreme hayatları üzerindeki derin etkilerini göstermektedir. Bu bağlamda, bu kurumların hesap verebilirliği ve üreme adaletini sağlama sorumluluğu sorgulanmaktadır.
Sanat ve Kültürün Rolü: Edebiyat, sinema ve tiyatro gibi sanatsal ifadelerin, bu marjinalleşmiş annelik anlatılarını görünür kılma, toplumsal farkındalığı artırma ve mevcut normlara meydan okuma potansiyeli olduğu belirtilmektedir. "L’enfant que je n’attendais pas" gibi filmlerin eğitim aracı olarak işlevi veya "Salvage the Bones" gibi romanların üreme adaleti hareketine katkısı, sanatın toplumsal değişimi tetiklemedeki rolünü gözler önüne sermektedir.
4. Sonuç
"Travma ve Anneliğin Çağdaş Edebiyat ve Kültürdeki Yeri" kitabı, anneliğin karmaşık ve çok katmanlı doğasını, bireysel ve kolektif travmalarla kesiştiği noktaları ve bu deneyimlerin edebiyat, film ve diğer sanatsal biçimlerde nasıl temsil edildiğini kapsamlı bir şekilde ortaya koymaktadır. Kitap, anneliğin tek bir "monolitik varlık" olmadığı, aksine toplumsal, kültürel, ekonomik ve politik güçler tarafından sürekli olarak şekillendirilen bir deneyim olduğu fikrini güçlendirmektedir. Aynı zamanda, marjinalleşmiş sesleri duyurarak ve anlatının iyileştirici gücünü vurgulayarak, bu alanda daha fazla diyalog ve anlayış için bir çağrı niteliği taşımaktadır.







Yorumlar